AYDINLANMA ÇAĞI
Aydınlanma kavramıyla genel olarak anlatılmak istenen insanın geleneksel görüşlerden, otoritelerden, bağlılıklardan, inançve önyargılardan aklıyla kendisini kurtarıp ve yine akla dayanarak hayatı kavramaya ve düzenlemeye çaba göstermesidir. Özel anlamında XVII. ve XVIII. yüzyıldan itibaren Batı düşüncesinde, Kilisenin teolojik ve Skolastik anlayış ve zihniyetiyle mücadele ederek insan ve evren konusunda aklın bağımsızlığını ve belirleyiciliğini esas alan Öğretiye de aydınlanma adı verilir.Aydınlanma kavramı gerçekle daha Antik Çağ'da bilinmektedir. M.ö. V. yüzyılda Yunan düşüncesinin ulaştığı seviyenin "Grek Aydınlanması" bazan da "Yunan Mucizesi" terimleriyle İfade edildiği görülür. Buna göre Grek aydınlanmasından önceki dönemlerde Yunan düşüncesine, mitosa dayalı kozmogonik bir inanışın hakim olduğu, ancak bu inanışın etkisinin zayıflamasıyla yeni bir düşüncenin, insanı tek Ölçü kabul eden akla dayalı bir düşüncenin oluşturulduğu görülmektedir. Thalcs İle başlayan evreni ve doğayı akılla kavrama ve açıklama çabasına Sofistlerin eleştiri ve yeni düşünce ufuklarını yoklama çabaları katılır. Ayrıca geçmiş düşüncenin doğa ve evren ile sınırlı tutuluşu yetersiz bulunarak insan ve kültür sorununa dikkat çekilir. İnsan ve kültür iie ilişkili her alan spekülasyon ve metafizik konumdan bağımsız kendi gerçekliği İçinde tartışılır, açıklanır ve kavranır. Buna bağlı olarak toplum hayatı çeşitli açılardan araştırılır. Sözgelimi devlet, toplum ve dinin ne oldukları, kaynaklan, nasıl olmaları gerektiği üzerinde tartışılırken, geleneksel tutum da bir tarafa bırakılır, hatta bu tutum da eleştiriye konu cdİ-lir.
Yeni Çağ Aydınlanması önce İngiltere'de ortaya çıkmış buradan Fransa'ya yönelmiştir. Üçüncü bir merkez durumunda olan Almanya'ya ise, hem İngiltere, hem de Fransa yollarıyla ulaşmıştır. Öte yandan Yeni Çağ Aydınlanması merkez tuttuğu ülkelerin toplumsal-siyasal ortam ve şartlarına uygun niteliklere de bürünmüştür. Bu bakımdan Fransa'da ödünsüz bir radikalist nitelik kazanmıştır. İngiltere'de pratik ve deneyci, Fransa'da akılcı, Almanya'da genel olarak mistik kalıcı bir biçime dönüşmüştür.
Yeni Çağ Aydınlanması her ne kadar XVII ve XVIII. yüzyılda ortaya çıkıp etkisini duyur-duysa da, kökleri bakımından İlk çağa kadar uzanır. Bu anlamda Yeni Çağ Aydınlanması kaynağını ilk çağda bulma yanında ruhunu da oradan dcvşirmİştİr, denebilir.
İlk önce İtalya'da kendini açığa vuran hümanist anlayış, Yıınan-Roma kültür birikiminin, Hıristiyanlık İle uzlaştırılması kaygusunu ikinci sıraya kaydıracak, bunun yerine, bu kültürün özgün ruhunu kavramayı amaç bilecektir. Böylece ilk Çağ Grek aydınlanması yeniden canlandırılma, uyandırılma, hayatın bütün alanlarında yeniden egemen kılınma etkinliğine kavuşturulmak istenecektir. XV. yüzyılda önce İtalya'da uyanan, sonra Fransa, A/manya, Hollanda, İspanya, Portekiz, İngiltere gibi Avrupa'nın önemli bölgelerine ulaşan bu Yu-nan-Roma ruhu, XVII-XVIIT. yüzyılda İngiltere'den başlayarak kıta Avrupasına Aydınlanma düşüncesi kimliğiyle hakim olacaktır.
Aydınlanmanın bu kimliği gözönüne alındığında tanımlamasını şu şekilde yapmak mümkündür: İnsanın düşünme ve değerlendirmede din ve geleneğe bağlı kalmaksızın kendi aklı ve kabiliyetleri bakımından hayatını (fert ve toplum hayatım) kavrayarak düzenlemesi, yon vermesi, kısaca aydınlatmasıdır. Kant, İçinde yaşadığı çağın mahiyetine uygun olarak Aydınlanmayı "Was İst Aufklarung?": (Aydınlanma Nedir?) (1784) İsimli yazısında şöyle tanımlar: "Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir crgİn-olmayış durumundan kurtulup aklını kendisinin kullanmaya başlamasıdır." Kanl'a göre insan aklını kullanmadığı takdirde suçlu durumuna düşmektedir, dolayısıyla başkalarının Önderliğinde hayatını düzenlemeye çalışması onun aydınlanmaktan uzak kalması sonucunu doğurur. Öyleyse insan artık bizzat aklını kutlanmak durumundadır. İşte XV. yüzyıldan itibaren, yani Hümanizm ve Rönesans ile yapılan ve gerçekleştirilmeye çalışılan düşüncenin en yüksek noktası, XVII-XVIII. yüzyılda gerçekleşmiş olduğundan bu çağ "Aydınlanma Çağı" şeklinde tanımlanmıştır.Böylece Aydınlanma Çağı tarihi süreç içinde bakıldığında Orta Çağdan düşünce, zihniyet, hayat anlayışı, dünya görüşü bakımlarından bütünüyle farklı bir yeniliği anlatır. Bu yeniliğin başlangıcı olan Rönesans, aşkın olan, menşei ve amacı bir üst-dünyada bulunan bir hayat düzeni ve dünya görüşünden, kaynağı ve amacı bu dünyada bulunan bir hayat düzeni ve dünya görüşüne geçiştir. Burada artık düşünce açısından tarihi otoritelerden bağımsız olma, dünya ve hayatı kavrama ve düzenlemede sadece deney ve aklın sağladığı gerçeklere dayanma, düşünmede ve değerlendirmelerde özgürce davranma temel esaslardır. İşte bu esaslara dayanılarak XVII. yüzyılda bir birliğe, bütünlüğe, kısacası bir dünya görüşü oluşturulmaya çalışıldığı görülecektir. Nitekim bu yüzyılda artık evrenin ve tabiatın deney ve gözlem aracılığıyla araştırılması, ulaşılan ya da toplanılan bilgilerin matematik ve fizik dilleriyle açıklanması, felsefenin de bunu kendisine örnek alması savunulacaktır. Yani doğa ile insan aklı arasında bir uygunluğun bulunduğu, aslında aklî bir yapıya sahip olan doğanın akıl(ratio) ile kavranacağı anlayışına sanlınır. Aynı şekilde felsefenin alanına giren Tanrı, ruh, iyi, kötü, doğru kavramlarının da akıl ile bilinebileceğine tam bir güven sergilenir. Gerçekten bunun Descartes ve Spinoza felsefelerinde gerçekleştirilmeye çalışıldığını söyleyebiliriz. Descartes felsefesini, kesinlikleri İnkâr olunamayan bilgi veya düşünceler üzerine kurmayı amaçlarken, Francİs Bacon'ın kesin bilgiye ulaşmada temel aldığı tümevarım yönteminin aksine tümdengelimi savunuyordu. Ancak Bacon gibi Descartes da, geçmişin geride bırakılması gerektiğini, insanlığın geleceğinin bilim tarafından belirleneceğini, bilim ile teolojinin bu bakımdan ayrılmalarının zorunlu olduğunu ve deneyin önemini vurguluyordu.
XVIII.yüzyılda DescartesveSpinoza'nın felsefi sistemlerinden uzaklaşılacak, metafizik spekülasyon olarak nitelenen düşünceler şiddetle eleştirilecek, bunların yerine özellikle Hume felsefesinde "sağduyu felsefesi" (com-mon sens), gelişecektir. Kuşkusuz akla karşı beslenen güven daha da artmış olarak sürecektir bu yüzyılda da XVI. ve XVII. yüzyılda doğa üzerinde akla dayanarak gerçekleştirilen egemenlik, XVIII. yüzyılda benzer şekilde kültür dünyasına uygulanacaktır. Böylece XVIII. yüzyılın Aydınlanma Çağı olarak nitelendirilme nedeni de ortaya çıkacaktır: İnsan aklı kültürün bütün alanlarında egemen duruma gelmeli, bilginin gelişimini temel alan "entellekt ü-el bir kültür" oluşturulmalıdır. Aklın ışığına dayanan bu kültür "sonsuz bir ilerlemeyi" kapsamalıdır. İnsanın özgürlüğü, mutluluğu ancak böylece sağlanır ve sürekli gelişim içinde olabilir. Bunun için aklın, tarih içinde oluşmuş bütün kurumları eleştirir bir tavır takınması gerekir ki, toplum, devlet, din, eğitim vb. yeniden aklın ilkelerine uygun bir biçimde düzenlenebilsin. Nihayet aklın önderliğiyle gelişecek olan aklî kültür, insanlığın birleşeceği bir zemin oluşturmalıdır.
XVIII. Yüzyıl Aydınlanması XVII, yüzyıldan farklı olarak düşünceyi geniş çevrelere yaymak ve benimsetebilmek için bilimin anlatımı yerine, çeşitli ifade türlerine başvurur; düşünürleri de sistematik değil, genel olarak edebiyatçılar ve yazarlardır. Locke, Voltaire, Montesquieu, Rousseau, Hume vb. Ayrıca bunlar kendi milli dillerini kullanmaya da özen gösterirler. Düşüncelerinin yayılmasında, hemen her türden İletişim araçlarını kullanmışlar, özellikle felsefeyle iç içe olan edebiyatın etkisiyle geniş çevrelere ulaşmaları mümkün olabilmiştir. Felsefenin geniş çevrelere yayılıp eğitici ve yetiştirici görev üstlenmesi, felsefe sorunlarının yoğun bir şekilde tartışılması bu yüzyıh Aydınlanma yanında "Felsefe yüzyılı" olarak nitelendirmeye de götürmüştür.
Ayrıca XVIII. yüzyılın aydınlanmasında laik dünya görüşünün bilinçli bir şekilde temel alındığı da belirtilmelidir. Yine XVIII. yüzyıl
Aydınlanması aklı icmcl İlke olarak hayalın hemen bütün alanlarında bu ilkeyi hakim kılmayı amaçlarken, öte yandan bu hakimiydi sarsıcı tutumları da, karşıtlarım da içinde taşıyacaktır. Nitekim Shaficsbury'nin güzellik ideali, Rousseau'nun duyarlığı, bu "akıl çağfna karşıt unsurlardı. Akla karşı duyulan aşırı İnanç ve güven, bizzal yüzyılın ünlü düşünürü Kant'ın akla yönelttiği eleştirilerle sarsılacaktır. Gerçekten XIX. yüzyılda Aydınlanmanın karşısına çıkacak ve onun etkisini silmeyi amaçlayacak olan Romantizm kaynağını da bir anlamda orada bulacaktır.
ingiltere'de Aydınlanma, insan doğasını incelemede öncülüğü üstlenen John Locke İle başlatılabilir. Locke./1/J Essay Conccming Ilıtman ııtulerstanding: (İnsanın Anlama Yetisi Özetine Bir Deneme) (1690) adlı eserinde bilginin deneyden, düşünme faaliyetiyle ayıklanıp sınırlandırılmış duyumlardan geldiğini, insan zihninin boş bir levha (labularasa) gibi olduğunu, dolayısıyla doğuştan idealarııı bulunmadığını, yaşanıldığı sürece edinilen deneylerle bu boş levhanın doldurulduğunu ileri sürdü. Ayrıca insanı biçimlendiren şeyin yaşanılan ortam okluğunu, buna bağlı olarak yaşanılan ortamın geliştirilmesiyle, insanın da gelişeceğini belirtiyordu. İngiliz Aydınlanmasının son temsilcisi olan Humc akılcı düşüncenin temci ilkesi kabul edilen nedensellik İlkesine kuşkuyla yaklaşırken, Locke'tan ayrı olarak her ideanın önceden bir izlenime dayanması gerektiğini belirtiyor ve deneyin temeline de İnsanın salt algılarını koyuyordu.
İngiltere'de din alanında aydinlanmacı düşünce beklenilen sonucu vermedi. Gerçi Aydınlanma düşüncesinde ortaya çıkan Deizm (Yaradancılık) İlk kez İngiltere'de yaygınlaşırsa da Hıristiyanlığın doğal din anlayışını engellediği görüşü pek taraftar bulmadı. Özellikle Anglikan kilisesinin tutumu buna engel oldu. Dcİznı bunun üzerine kıla Avrupasına, Fransa'ya yöneldi. İngiltere'ye sığınmadan önce Hıristiyanlık karşıtı bîr akılcılığı savunan Voltaİrc; ülkesine döndüğünde Dcizmin din anlayışını dikkat çekici bir şekilde ifade etti. 1760'larda yazdığı Dictionnaire phitosophique
(Felsefe Sözlüğü)y\c din adamlarını şiddetle eleştirirken Dcizmin Tanrı anlayışını da ortaya koydu. Ayrıca Rousscau Emil adlı eserinde Tanrıyla insan arasına giren bütün öğreti ve kuruluşları reddetmiş, Voltaire'in bu husustaki düşüncesiyle aynı paralelde yer almıştır.
Kısacası Aydınlanmanın din anlayışı "akıl dini" ya da "doğal din" olarak ortaya çıkmaktadır. Locke, Christian Wolff gibi "Akıl" veya "doğal" din anlayışıyla Hıristiyanlığı bağdaştırmak isteyenler de olmuştur. Buna karşılık John Toland gibi Hıristiyanlığı bütünüyle bir akıl dini haline getirmek isteyenler de olmuştur. O "Panlhdstikon" adlı eserinde bir "doğal din" kültürünün taslağını ortaya koyar. Vahyin de akla uygun olmasını şart koşar.
Fransız Aydınlanmasında Voltaire'in radikal tutumundan daha katı bir tutumu Hıristiyan dogmalarına karşı Denİs Diderot sergileyecektir. Düşüncelerini Ansiklopedi 'de yayımladığı İçin Kilise otoritesinin sarsılmasında daha eıkin olmuştur. Yine Fransız maddecilerinden d'Holbach Sysleıne ile la natııre (Doğa sistemi) adlı eserinde Tanrı kavramını eleştirecek ve Tanrı kavramının birtakım doğal olaylar karşısında duyulan korkular ile bilgisizlikten doğduğunu ileri sürecektir.
özet olarak aydınlanma çağı, felsefede skolastik kavramlardan ve dogmatik tartışmalardan aklın belirleyiciliğine olan güvene; dinde imana dayalı bir anlayıştan salt akla dayalı bir din anlayışına; politikada monarşîk ve teokratik biryönetimden insanların (topluma) faydasına hizmet edecek bir yönelime; eğitimde dini bir eğilimden insanın kendi yetilerini özgürce geliştirebileceği bir eğitim anlayışına; Özetle dini bir dünya görüşünden insan-yapısı ve seküler bir dünya görüşüne geçiş anlamına gelir. Ancak Aydınlanma'nın NVeber'İn belirttiği gibi evrensel bir hadise olmayıp çeşitli etkenlerin Batı Avrupa'da birleşmesi sonucu ortaya çıkmış, özel bir durum olduğu ve her ulusun kendi aydınlanmasını kendisinin layin etmesi gerektiği de belirtilmelidir. Nitekim İskoç aydınlanması ve Rus aydınlanması böyle kendi kaynaklarına yönelerek gerçekleştirilmiş aydınlanmalardır. Kuşkusuz İslam ülkelerinin aydınlanması da, kendi fikri ve tarihi mirasına yeniden sahip çıkıp onu harekel noktası olarak almasıyla mümkün olacaktır.
İsmail KILLIOĞLU[1]
[1] Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları: 1/102-105.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder