Türk kültüründe musikinin daima önemli bir yeri olmuştur. Pek çok şairin eserleri bestelenerek günümüze kadar ulaşmıştır.
Divan Edebiyatı nasıl ki saray çevresine, aydınlara hitap ediyorsa,
Divan musikisi de aynı kesime hitap eder. Divan Edebiyatı ürünlerinin
çoğu bestelenmek için yazılır; özellikle şiirler. Dolayısıyla bu
bestelenen, musikiye çevrilen Divan şiirleri, bir “Divan Musikisi”
yaratmıştır. Divan şiirlerinin konuları, yani aşk, sevgili, mey, (içki)
meyhane, güzellik ve biraz da din konuları aynı şekilde doğal olarak
Divan Musikisine yansımıştır. Divan Musikisinde fasıllar esastır.
Özet olarak Divan Musikisi, içe kapanık, dışarıyla alakası olmayan,
Divan Edebiyatının bir yansıması olan musikidir. Doğu kökenlidir.
Tanzimat Edebiyatında musiki kendine pek yer bulamamıştır. Ana amacı
halkı bilgilendirmek, halka yakın olmak olduğu için, ayrıyetten bilgi
vermek, halkı eğitmek olan Tanzimat Edebiyatında, eserlere girift bir
yapı kazandıran musikiye doğal olarak pek yer verilmemiştir. Yine de
hafif olarak işlenen musikiye rastlanılabilir.
Servet-i Fünun dönemine baktığımızda musikinin apayrı bir yeri olduğunu
görürüz. Önceleri sadece bir zevk, kişilerin kültür seviyelerinin
göstergesi olan musiki, Servet-i Fünun ile birlikte eserlerde önemli bir
yer tutmaya başlamış, giderek yayılarak günümüzdeki yerine ulaşması
için yerini sağlamlaştırmıştır.
Dönem sanatçılarından Cenap Şahabettin şiirde tabiat ile birlikte musiki
ve müzikaliteye yer verir. Onun şiirlerinde cümleler bize adeta bir
şarkı söyler. Halid Ziya’nın eserlerinde de musiki kendine yer bulur;
Mai ve Siyah’ta kahraman müzisyendir, ayrıca dönemin batı musikisinden
örnekler verilmekle birlikte, musikiyle edebiyat birleştirilmiştir.
Aşk-ı Memnu’da da kahramanların dinlediği musiki vasıtasıyla eserde
müzikaliteye yer verilir. Fakat bu noktada ayrı bir parantez açmak
gerekir; aynı dönemde Mehmet Rauf’un yazdığı Eylül romanı.
Mehmet Rauf, Eylül’de musikiyi diğer çağdaşlarından daha farklı
kullanmış ve adeta eserinin belkemiği yapmıştır. Türk Edebiyatında
musiki, daima önemli bir yer tutagelmiştir fakat Eylül’de musikinin
işlenişi bambaşkadır. Mehmet Rauf, adeta tüm Türk Edebiyatı dönemleri
boyunca işlenen musikiyi almış, harmanlamış, üzerine katarak bambaşka
bir arka fon yapıp eserine nakletmiştir. Eylül’deki musiki, çoğu
edebiyatçıya göre zirvedir. Eylül’deki musikiyi incelemek, Türk
Edebiyatındaki musikinin ulaştığı yeri görmemiz açısından önemlidir.
Eylül’deki musikiyi ve onun işlenişini anlayabilmek için eserin konusunu
en azından ana hatlarıyla bilmek gerekiyor. Şimdi eserin konusuna ve
muhtevasına kısa olarak bakalım;
Eserde ana olarak 3 ana karakter vardır. Bunlar Suat, Süreyya ve
Necipt’ir. Süreyya ve Suat evlidirler. Süreyya bir devlet dairesinde
çalışmaktadır. Çift, maddi imkansızlıklar yüzünden Süreyya’nın ailesiyle
birlikte, Süreyya’nın annesi,babası, kız kardeşi ve eniştesiyle
birlikte aynı evde kalmak zorundadırlar. Fakat Süreyya ve Suat,
Süreyya’nın babasının zorbalığından, kız kardeşi Hacer’in hoppalığından
ve dedikoduculuğundan, eniştesi Fatih’in dalkavukluğundan ve
bayağılığından bıkmışlardır. Özellikle Süreyya şehirdeki
köşk-Taşocağı’ndaki bağ evi arasında geçen yaşamdan hiç memnun değildir.
Denize bir tutku duyan Süreyya’nın tüm arzusu Boğaziçi’nde bir yalı
tutmak ve orada denizle iç içe yaşamaktır. Süreyya, sık sık yanına gelen
arkadaşı Necip’e de sürekli bu arzusundan bahseder. Necip, Süreyya’nın
en yakın arkadaşıdır. Suat en sonunda kocasının mutsuzluğuna dayanamaz,
kendisi de kaynanası ve görümcesiyle yaşamaktan bıktığı için babasından
kalan parayla kocasının arzusunu gerçekleştirir. Süreyya ve Suat
Boğaz’da küçük bir yalı kiralar ve ailenin şaşkın bakışları altında
yalıya taşınırlar.
Bu arada yalıya taşındıktan sonra ilk iş Süreyya bir kayık temin ederek
gününün büyük bir kısmını tıpkı hayallerindeki gibi denizde geçirir ve
kısa zamanda bu durum karısını bile ihmal edecek bir tutku haline gelir.
Suat kocasıyla bu tutkuyu paylaşmak istese de deniz tutması yüzünden
denize açılamaz, kayığa binemez. Bu durum Suat’ı yalnız başına eve
hapseder. İşte bu aşamada Necip devreye girer. Suat musikiye büyük önem
verir ve musikiye aşıktır. Piyano çalmayı bilir ve batı musikisine
oldukça hakimdir. Süreyya’nın yalnız bıraktığı Suat, sık sık yalılarına
uğrayan Necip ile dostluk kurar. Dahası Necip’in de tıpkı Suat gibi
musikiye hakim olduğu, musikiyle ilgilendiği anlaşılır. Bu durum ikiliyi
birbirine daha da yaklaştırır, Suat’a yalnızlığını unutturur. İşte
eserin başından beri hafif hafif esere hakim olmaya başlayan musiki,
(Suat’ın gençliğinde piyano çalması, kalabalık aile köşkünde bu
zevkinden mahrum kalması eserin başlarında ince ince işlenmiştir) bu
aşamadan sonra eserin omurgası olur.
Eserin devamındaki konu örgüsüne bakacak olursak; Suat ile Necip’in
arasında bir çekim başlar. Fakat ne Suat, ne Necip bu durumu
dillendirmezler. Fakat garip bir tesadüfle; hasta yatan Necip’in
koynunda Suat’ın kendi eldiveninin tekini bulmasıyla durum iyice su
yüzüne çıkar. Fakat Suat bu durumun yanlış olduğunu düşünür ve eldiveni
hiç farketmemiş gibi yapar. Ama zaman geçtikçe artan Süreyya’nın
ilgisizliği, deniz tutkusunu kendisine tercih etmesini daha fazla
kaldıramaz ve evliliğini gözden geçirmeye başlar. Ayrıca Necip
hastalanınca hissettiği duygular sayesinde aslında Necip’in kocasından
daha ön planda olduğunu anlar. Ama yine de genç kadının içinde yaşadığı
çatışma bu aşkı resmiyete dökmeyi engeller. Hem Suat, hem de Necip bu
durumun alçakça olduğunun ayırdına varıp aralarındaki aşkı asla
maddiyata dökmezler.
Bir zaman sonra Süreyya’nın köşke dönmek istemesiyle Suat için bu aşk
bitmiş gibi görünür. köşkün kalabalık ve boğucu ortamında Suat adeta
hayatının “eylül” dönemine girdiğini hisseder.
Roman bir yangınla biter. Köşkte bir yangın çıkar ve sadece Suat
kurtarılamaz, içerde kalır. Süreyya içeri giremez fakat Necip ateşlerin
içerisine atılır Suat’ın yanına ulaşır. Fakat o anda tavan çöker ve iki
aşık beraber ölürler.
Özetten anlaşılacağı gibi Eylül bir duygu romanıdır. Romanda duygu
aktarımı önemli bir yer tutar ve bu duygu aktarımını sağlayan da
musikidir.
Süreyya ile Suat yalıya taşınınca dostları Necip’de onlara eşlik
eder.Suat’ı yeniden piyano çalmaya teşvik eden de Necip’tir. Ayrıca
Necip karakteri romandaki musikiyi işlemek için kullanılan en önemli
karakterdir. Kitaptan aldığım şu parçaya bakacak olursak musikinin
işlenişi hakkında biraz fikir sahibi olabiliriz;
” Bu İLTravatore’den bir parça ile başlamıştı. Fakat Necip sonrasını
hatırlamıyordu. Bir Serenade d’Andalouse gibi geliyordu; sesler gâh
billurî terennüm ederek, gâh matemî sürüklenerek, gâh şevk ve şetaretle
yükselip yükselip sonra yeis ve fütur ile dökülerek devam ettikçe bütün
bütün rü’yeti zulmetlerle âlûde oldu, fark ve hissedememeye, tahattur
edememeye başladı, sanki yaşamıyordu…” Say yayınları sy: 68-69
Bu satırlar musikinin nasıl incelikle işlendiğini, duygularda nasıl
derin izler bıraktığını, müzikalitenin nasıl profesyonelce, işlendiğini
gösterir. Suat ve Necip, musikiye bu incelikte bakarlarken, Suat’ın
kocası Süreyya’nın musikiyle hiç bir ilgisi yoktur ve hatta Suat piyano
çalarken uyuklar.
Aşklarını birbirine itiraf edemeyen Suat ve Süreyya arasında musiki,
duygularını aktaran bir köprü vazifesi görür. ayrıca musiki Suat ile
Necip arasındaki aşkın manevi kalmasının en önemli unsurudur.
Üzerinde durulması gereken en önemli noktalardan biri de eserdeki
musikinin tamamıyla batı musikisi oluşudur. Hacer’in çaldığı alaturka
müzikler ve kantolarla, Suat ve Necip’in sevdiği musiki arasında fark
vardır. Birincisi, yani Hacer’in icra ettiği alaturka musiki alelade,
basit, ikincisi yani bat musikisi ulvi ve makbul olan olarak yansıtılır.
Zaten Servet-i Fünun sanatçıları sadece musikide değil, her konuda
batıya bağlıdırlar. Batı özentiliği vardır.
Eylül romanında pek çok musiki terimi, dönemin müzisyenleri ve musiki
eserleri geçer. Bu kadar musiki ve müzisyenlerinin önemli bir yer
tutarak isimlerinin özenerek verilmesi eserdeki musikinin yerini
görmemize yardımcı olur. Şimdi eserde geçen dönemin ve o dönem önemli
olan musiki eserlerine ve müzisyenlerine bakalım;
* İL Travorte
* Serenade d’Andalouse
* Grand Via
* Faust
* Askerler marşı
* Verdi (bir kaç operası)
* Donizetti
* Gounod
* Massenet
* Bellini
* Puccini
* Traviata
* Aida Marşları
* Adieu Del Passato
* Chopin
* Gluck
* Haydn
* Beethoven
* Schumann
* Schubert
* Norma
* Otello
* Manon
* Lesecaut
* Hernani
* Lucrese
* Borgia
* Sapho
* Le Boheme
* Rigoletto
* La Forza Del Destino
İşte bu yukarıdaki tüm musikiler ve müzisyenler eserde sıklıkla yer
tutar. Bunların bu denli yer tutması da eserde musikinin önemini bize
gösterir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder