Belgrad Muhasarası
Belgrad'ı almaya karar veren
hazreti Fatih Sırbistan'a dalarak önüne gelen yerleri çiğneyip geçti.
Muhasaralarda en önemli silâh şüphesizdir ki toptur. İstanbul'un
fethinde kullanılan bu topların buralara taşınması çok zor olduğundan
Sultan Hazretileri yüksek dehası sayesinde seyyar top dökümhaneleri
kurdurmuş, her muhasaraya gittikte muhasara yerinin icabına göre toplar
döktürüyor idi. Bilhassa hesaplarını kendi yaparak mucidi olduğu Havan
Toplan çok önemli vazifeler görüyordu. Burada şu durumu mutlaka
belirtmeyi lüzumlu görüyoruz:
Bilindiği gibi
zamanımız Ekonomi Şeytanı ismini verebileceğimiz salgın bir hastalığın
insan şuuruna yerleşip her şeyi madde açısından görmelerinden dolayı
manevî hayatı red veya lüzumsuzluğuna kail olanların mateessüf çok
olduğu bir zamandır. Bazı görüş sahiblerİ kardeşlenip mİz tarihi
islâmiyet'ten verdikleri misallerle; yanlış yola sapmış ekonomi
Şeytanının tuzağına düşmüşlere yol göstermek isterler. Ne var ki onlar
esir oldukları maddî dünyalarından halâs olamayıp bu tavsiyeleri ve
misalleri kulak arkası ederler. Her muhasara edilen kal'anın
hususiyetine göre top döktüren ecdadının acaba sanayii ile ekonomik bir
olayın gerçekleştirildiğini düşünebilirler mi? Belgrad kal'ası önünde
320 adet muhtelif ebat ve sistemde top döktüren Hazreti Fatih, İslâm
milletinin yüksek vasıflarından birini ortaya koymuş olmuyor muydu?
Hâlâ harp sanayini kuralım mı, kurmayalım mı münakaşası yapılan
memleketimizde ne acip ve üzücü bir haldir bu münakaşa. Ecdadımız bu
münakaşaları değil yapmak, düşman kalesi ve siperleri önünde, onlara
göstere göstere harbin gerekli silâhlarını imal ediyordu. Yâ-rabbi sen
bu millete izan nasib eyle, harb sanayini kurmasına vesile olacak
intibahi lûtfeyle.
Çünkü atalar sözüdür: «İstersen sulhu salâh hazır ol cenge».
Biz gene Belgrad önlerine dönelim.
Belgrad
önlerinde üçyüzyirmi adet top döktüren Sultan, kaleyi muhasaraya aldı.
Ayrıca ikiyüz parça küçük gemi Tuna nehri yoluyla Belgrad önlerine
getirilmiş yarım ada şeklindeki şehri, Tuna ve Sava nehirlerinden de
muhasaraya katıldılar.
Belgrad kalesi kolay alınır bir kale
olmamakla beraber İstanbul surlarını aşmış bir ordu için her halde zor
değildi. İşte bu muhasaraya böyle bakıldığından olacak ki netice iyi
olmadı. Evvelâ hedefin Belgrad kalesini almak olduğu açıkça ifşa
olundu. Halbuki Belgrad kal'ası Avrupa'ya açılan bir kapı idi. Papalık,
Osmanlı Devleti'nin maksadını öğrenince bütün hıristiyan dünyasını
ayağa kaldırdı. Yanko Hünyad'ın komutasında çok büyük bir ordu teşkil
edildi. Ayrıca gayet iri kalyonlarla mücehhez bir donanma da bu ehli
salip seferinde vazife aldı. Ehli salip donanması Tuna ve Sava nehri
üzerinde muhasaraya katılan donanmamıza şiddetli bir saldırda
bulundular. Maalesef hâlâ denizlere hâkim olabilecek duruma gelememiş
donanma bu savaşı kaybetti fakat gayet akıllıca bir davranışla
gemilerini kendileri yakarak düşman eline geçmesine izin vermediler.
Donanmanın
bu mağlûbiyetine rağmen muhasaraya devam edildi. Bir hafta sonra umumî
bir hücumla şehre girildi. Ve bir kısmı işgal olundu. Lâkin şehrin öbür
ucundan, Yanko Hünyad komutasındaki ehli salib ordusu da şehre
girmişti. Osmanlı Ordusunun çok az bir bölümü Karaca Paşa başlarında
olduğu halde şehre girebilmişlerdi.
Şehir içine giren mücahidler
ricat yolunu seçmeyip düşmana pala savurmayı cana minnet bildiler ve
başlarında sevgili paşaları Karaca Paşa olduğu halde vuruşa vuruşa
şe-hidlik mertebesine vasıl oldular. Karaca Paşa'nın kale içinde kalışı,
şehadetinin kesin oluşu Hazreti Padişahı çok üzdü, bütün tedbiri
terkedip kale kapısına dört nala kaldırdığı atıyla yalın kılıç saldırdı.
Düşman
içinden çok iri bir silâhşor Hazreti Padişahın üzerine koştu. Onun
hücumunu ustaca bir manevrayle savuşturan Sultan kılıcını öyle bir
hırsla indirdi ki herifi baltanın kuru bir kötüğü ikiye yarması gibi
başından aşağıya kadar ikiye ayırdı. Etraftan koşanlar padişahı tek
başına kaleye hücum etmekten zor caydırabildiler. Karaca Paşa'nın
şehadeti bütün azeb askerinin kuvvei maneviyyesini altüst etmişti. Onlar
intizamsız bir şekilde dağılmaya başlayınca durumu gören Yanko Hünyad
ve Yorgi hücumlarını otağı Hümayuna doğru sevk ettiler. Azeb askeri
iyice dağılmış bir miktar Yeniçeri ile Kapıkulu askeri başlarında en
güzel emir Hazreti Fatih olduğu halde çok kanlı göğüs göğüse, kılıç
kılıca bir savaş yaptılar. O gün savaş meydanını^ rakibsiz cengâveri
Hazreti Fâtih idi. Omuz üstünde baş bırakmıyor, bir yandan da sistematik
bir şekilde ordunun geri çekilmesini idare ediyordu. İşte bu sırada
ayağından hafif bir yara alarak gazilik rütbesine nail oluyordu.
Bir
müddet sonra altıbin kadar İslâm ordusu süvarisi savaş yerine yetişince
mukavemet dengeye dönüştü. Bir müddet sonra da düşmanı ordugâhdan def
etmeye muvaffak oldular. Padişah bunu bir mağlûbiyet olarak telâkki edip
firar edenleri bulduğu yerde bu dünyadan da, ordusundan da terhis
ediyordu.
Ehli salip ordusu ise son derece telefat vermiş, Yanko
Hünyad dahi aldığı yaraların tesiriyle bir müddet sonra bu dünyadan
terki can eylemişti. Kral Yorgi ise o çoktan ölmüştü. Hicri 860/Milâdî
1456. Sultan Fatih bu seferden sonra kendisine çıkacağı seferin nereye
olduğunu soran vezirlerine «Sakalımın bir teli bundan haberdarsa onu
yolup atarım» diye cevap verdiği söylenir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder